
Acının tarafı olmadığını savunan mı, acıyı kendinden olmayana mübah gören mi?
Kaynağı acı olan bir durum zaten besin değeri taşımaz da kullanıldığı hali ile ele alacak olursak, gördüğü, duyduğu, bildiği bir acı karşısında duyarsız kalamayan, görmezden gelemeyen, yok sayamayan ve en az acının muhatabı kadar yoğun yaşayan birinin duygu durumu ve ruh halini tahayyül etmek zor olmasa gerek.
Kendi konforunu sekteye uğratan, uykularını kaçıran, vicdan muhasebesinden çıkamadığı, eliyle olmasa diliyle o da olmasa kalbiyle yaptığı muhakemenin adil olup olmadığından emin olamamanın verdiği huzursuzluk, bir şeyden “beslenmenin” belirtisi olabilir mi?
Tersten düşünelim; acıya sebep olanın güç sarhoşluğuna kapılması, gücüne engel olarak düşündüğü her durumu, tehlike unsuru görerek aforoz etmeye çalışması, menfaat çarkını kendi etrafında çevirmesi asıl “beslenme” belirtisi değil midir?Belki bu bir mesele değil asıl mesele edilmesi gerekenler içinde. Fakat o kadar çok kavram kargaşası yaşıyoruz ki bu da onlardan biri.
Eleştiriyi isyan zannedenlerin dillerine pelesenk olan bu söylemin, yoksulluğun doğurduğu sosyal sıkıntıları konu alan “fakir edebiyatı” diye küçümseyerek işi özünden uzaklaştıranlardan hiç bir farkı yoktur.
Ezcümle;
Dünyadan geçiyorken bir izimiz kalsın.
Bir duruş bir tavır bir söz…
Unutulmamak arzusuyla değil,
İyiliğin, adaletin, doğruluğun yanında anılan iz, bırakmaya değer olandır….