
Kendi sırrını keşfe çıktığında, dünyanın en cesaret isteyen yolculuğuna adım attığını, kimi zaman dipsiz bir kuyu gibi olduğunu ve birbirine tezat tüm duyguların aynı çıkmazda buluştuğunu anlıyor insan.
Kırgınlık, kızgınlık, öfke, beklenti gibi duyguların yeri, o keşifle evriliyor hatta doğru yerini buluyor. Hissetmenin ötesinde ki ‘anlamı’ kavrıyor, içsel dengesini sağlıyor. Böylece insan hayatın hiçliği ile yüzleşmiş, olduğundan fazlasını göstermenin de olduğu hali tevazu maskesinde gizlemenin de sonu olan bir hayatın içinde olduğu gerçeğini değiştirmediğini öğreniyor.
Kendinin kâşifi olmak, çemberin dışından kendine şeffaf, salt, gerçekçi bir gözle bakmak ve öz benliği ile özgün değerler arasındaki mesafeyi kapatmak için bir adım sayılabilir.
Güçlü olmanın, iç huzurdan, ruh halinden daha önemli olduğu inancıydı belki de o boşlukları derinleştiren.
Yok saydıkça aslında varlığını güçlendirdiği gizli yanlarını, kendinde üstünü örttüğü ama bir başkasında çokça rahatsız olduğu her hali apaçık etmekten çekinmediği, unutmaya çalıştıkça her an yeniden hatırlanan kötü şeyler gibi onlardan kaçtığı ile yüzleşir. Aslında kaçtığı, ego zafiyetlerinden kurtulması için gerekli olan, başkasında eleştiri ve yadırgama unsuru kendinde meziyet telakki ettiği tüm ilkel dürtüleri.
Öğrenmenin sonsuzluk kapısını araladığında, bugün sevindiği şeye yarın üzülüyor olmanın, bugün her işe yatkınmış gibi hissedip yarın bir şeyin elinden gelmediğini düşünmesi, taşkın bir sevinçten sonra karamsar bir hale dönüşmenin de yolculuğa dahil haller olduğu ama nerede ne kadar konaklayacağına yine kendisinin karar verebilme potansiyelinin olduğunu, o ana kadar ki tüm hazların aslında aldatıcı, hüzünlerin de tutsağı olduğu gerçeği ile yüzleşiyor. Bilinmeyen her şeyin mükemmel olduğu yanılgısı gibi gün yüzüne çıkarmadıklarımızın da olmadığını salık veriyoruz.
Başlangıcı ve sonu olmayan bu yolculukta tüm zıtlıklarla, özümsediğimiz ve belirsizliğin karanlığına mahkûm edip önemsizleştirerek gölgeler haline getirdiklerimizle bütün olan varlıklarız. İyi ve kötü, bencil ve özverili, korkak ve cesur, kaba ve ince, cömert ve cimri, çekingen ve atılgan gibi duyguların hepsiyle dünyaya gelmiş, suyun akıntılı ve durgun oluşuna göre bazen ağır ağır bazen de hızla akıp giden kiminin de gölgesinde kaldığımız insanoğluyuz.
Ve gerçek şu ki; Işığa kavuşmuş bir gölgenin sağlayacağı özgürlüğe muhtacız.
İçimizde olan dünya ile içinde olduğumuz dünya arasında ki anaforu gidermenin yolu; tüm hallerimize ama en çok da gölgesinde esir olduğumuz o dürtülere, saklandıkları dehlizden çıkarıp ayna tutarak hayata baktığımız pencereyi berraklaştırabilir, yıkıcı olan yanlarımızı onarabilir, yaralarımızı sarabilir, reddedemediğimiz için kabullendiğimiz şeylerden kurtulabiliriz. İşte o zaman hakikatin mesken tuttuğu varlığımızın sırrına ermiş olabiliriz.
Aristoteles der ki; ” İnsanların en çok korktukları rüzgârlar, saklı yerlerini açan rüzgârlardır.”
Gölgesinde kaldıklarımız esasen bizi biz yapan, hem kendimizi hem insanlığı daha doğru anlayacağımız ve tekâmül yolculuğumuza katkı sağlayacak en önemli unsurlar olabilir.
Bu Yazı https://www.edebiyatdaima.com sayfasında yayımlanmıştır.