
Son bir kaç yıldır Ramazanın bendeki çağrışımı, “kalbin orucuna niyetlenmek”.
Her ibadetin fiziki faydasının yanı sıra sağladığı derin bir mana olduğuna, o mananın kalpteki etkisi ve bu etkinin sağlandığının alamet- i farikasının da devamlılığı olan iyi bir hâl kazanmak olduğuna inanıyorum.
Bu bağlamda oruç ibadetinde, bedenin aç ve susuz kaldığı o sürede ruhun besleniyor ve arınıyor olması lazım. Oruçta, fiziki olarak yemek ve içmek gibi eylemlerden uzak durmak hepimiz için genel şart ama kalp orucunda ayrışmalıyız. Herkes kendi kalbinin neyden uzaklaşması gerektiğini bilir çünkü. Kimi kalp de kibrin, kimi kalp de zannın, kimi kalp de merhametsizliğin, kimi kalp de yalanın, kimi kalp de hırsın, kimi kalp de egonun, kimi kalp de doyumsuzluğun aç kalması gerekir ki orucun, tutulduğu kadar tutan da bir ibadet olduğu idrakine, kalp de uyandırması gereken o etkiye mazhar olmuş olalım.
Ramazana mahsusmuş gibi benimsediğimiz yardımlaşma, paylaşma gibi olguları ve bu ayda iyileştirmeye çalıştığımız diğer durumları bir ay sonra unutuyor, tekrarı için bir yıl geçmesini bekliyorsak, tüm sinirimizi, gerginliğimiz oruca bağlıyor ya da bu ay ki ibadet coşkumuzu, şevkimizi diğer günlerde sıradanlaştırıyorsak hem kâmil bir oruçlu olmaktan mahrum hem de ibadetlerin ve aslında en tabii insani hasletlerin devamlılığından yoksun kalmış ve o derin manayı yakalayamamış oluruz.
Velhasıl hem bedenen hem ruhen iyileşmeye, bir ömre yayılan güzelliklere vesile olsun Ramazan- ı Şerif…