
İbni-i Haldun’a atfedilen bu sözün ona ait olup olmadığı kesin değil. Mukaddime adlı eserinde sözü bu şekliyle okumasak bile anlatılmak istenen muhtevayı görüyoruz. Orta çağın büyük düşünür ve sosyoloğu olan İbn-i Haldun bu eserinde bize çevresel determinizmin en somut örneklerini gösteriyor.
Coğrafya faktörünü fiziki ve ahlaki alana indirgeyerek, hava ve iklim şartlarının insanın hem fiziki yapısı hem de ahlakı üzerindeki etkilerini anlatıyor. Bir milletin kaderini, umranın (medeniyet), su kaynaklarının, iklimlerin, millet asabiyelerinin, sıcaklığın verdiği rehavet ile soğukluğun getirdiği zoraki devinimin nasıl belirlediğini bilimsel bir şekilde anlatıyor. İklimleri sınıflandırmış ve insanların hangi iklim türünde nasıl davranışlar sergilediğini gözlemleyerek cevaplamaya çalışmıştır. İbn Haldun iklim farklılıkları ile ilgili şunları ifade etmiştir;
“Bireylerin fiziki ve aktöresel (ahlaki) özellikleriyle yaşadıkları bölgelerdeki iklim koşulları arasında doğrudan bir ilgi vardır. Çok sıcak ve çok soğuk bölgelerde doğup yetişen bireylerin fizyolojik özellikleri, örneğin deri ve göz renkleri, ılıman iklimlerin egemen olduğu yörelerdeki bireylerinkinden yalnızca bu etkenler nedeniyle değişiklik gösterir. İklimdeki düzeyli değişim kendini deri renklerinde de göstermektedir. Sıcak yörelerde yaşayan bireylerde gözlenen yeğni (hafif) yaradılışlık (meşreplik), ivedilik (çabukluk) ve zevke düşkünlük, ılıman yörelerde yaşayan bireylerin davranışlarında ortaya çıkan yeğnilik (rahatlık), soğuk iklimlerde yaşayan bireylerde gözlenen özen ve önleme yönelik vurgu, bireylerin kişilik özellikleriyle yaşadıkları iklim arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Sıcak iklimlerde yaşayan bireyler ılıman iklimlerde yaşamaya başladıklarında sıcak iklimin özelliklerinin onlardan giderek silindiği görülmektedir.”
Peki bir çok yerde İbn-i Haldun’a atfedilen “Coğrafya kaderdir” sözü bize ne anlatıyor ve yaşadığımız çağda nasıl yorumlamak gerekiyor?
Halk arasında kullanılan şekline baktığımızda doğduğumuz yeri bir anlamda yaşadıklarımızın sorumlusu olarak görür ve kaderimize razı olmak manasında bu cümleyi söyleriz. Böylece mücadele etmek yerine teslim olmayı seçeriz. Aslında muhtevası çok daha derin olan bu söz bize “bu değişmez kurala teslim olup kaderinize razı olun” demiyor aksine bizi tefekkür etmeye davet ediyor. Yukarıda alıntıladığım pasajın son cümlesi böyle düşünmem için bana referans oluyor. Zira orada yaşadığı bölgeyi değiştiren insanın yeni yerleşim alanının iklim şartlarına göre değiştiğini ve önceki özelliklerinin silindiğini ifade ediyor. İnsanın dahi değiştiği bir yerde coğrafi şartların yaşadığımız çağın gelişimi doğrultusunda değişmeyeceğini düşünmek, mevcut şartlara teslim olarak yaşadığımız her şeyin sebebi olarak coğrafyayı görmek sadece ahmaklık olacaktır.
Bu duruma bir örnek verecek olursam en iyi örnek bence Güney Kore ve Kuzey Kore olacaktır. 1950-1953 yılları arasında yaşanan Kore Savaşı’ndan sonra Kore; iki ayrı devlet olarak varlığını sürdürüyor. Bu iki devlete baktığımızda Güney Kore’nin her anlamda Kuzey Kore’den daha gelişmiş bir devlet olduğunu görüyoruz. Şimdi bu iki devlet arasında ki farkları incelediğimizde aslında İbn-i Haldun’un ne anlatmak istediğini daha iyi anlayacağız. Çünkü şartlar ve imkanlar değiştiğinde insanın fizyolojisinin dahi değiştiği bir yerde toplumların yaşadığı sosyolojik çöküşleri, savaşları, açlığı, bitmeyen acıları yaşadıkları coğrafyaya yükleyip kenara çekilemeyiz. Kore örneğimize dönecek olursak, her iki toplumunda genetiği aynı olmasına rağmen yapılan araştırmalarda Güney Korelilerin, Kuzey Korelilerden 3 ile 8 cm arasında daha uzun olduğu gözlemlenmiş. Bu farkın sebebi beslenme koşullarına bağlanıyor çünkü Güneyliler ekonomik olarak Kuzeylilerden daha iyi imkanlara sahipler. Kuzey Kore’de haklın %40’a yakını açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verirken Güneyde bu oran %15’in altında kalıyor. Kuzeylilerin sağlık hizmetleri bedava olmasına rağmen ilaç masraflarını karşılayamıyorlar.
1994-1998 yılları arasında Kuzey Kore’de büyük bir açlık yaşanmış ve yaklaşık 3.5 milyon kişi yaşamını kaybetmişti. Kuzey Koreliler yaşadıkları dar dünyaya öylesine sıkıştırılmışlar ki bu açlık ve kıtlığın çevre ülkelerde de olduğuna inandırılmışlar. Güneyde yaşayanların nasıl müreffeh bir hayata sahip olduklarından bihaber kendi kaderlerinin herkesin kaderi olduğu inancıyla teselli olmuşlar. Bu iki devlet için verilebilecek çok sayıda örnek var fakat ben son bir örnek vererek konuyu bağlamak istiyorum. Kuzey Kore’de medya devletin kontrolünde olduğu için halk, sıradan bir eğlence programının dahi nasıl olduğundan habersiz durumda. Televizyon kanallarında yapılan yayınlarda toplum mühendisliği çok iyi yapılıyor, her türlü algıyla neye inanmalarını istiyorlarsa ona göre yayın yapıyorlar. Kuzeyliler bu yayınlardan beslendikleri için Güney Kore’yi berbat bir yer olarak biliyorlar ve onlarla aralarındaki yaşam şartlarının farklı olduğundan haberdar olmadıkları için sorgulamıyorlar. Bu son örnek aslında bizim toplumumuza bakan yönüyle çok önemli çünkü okuma oranı düşük olan ülkeler çoğunlukla görsel medyadan besleniyor ve toplumlar medyanın gücü kullanılarak şekillendiriliyor.
Kuzey ve Güney Kore örneği bize ne anlatıyor. Bir devletin hem sosyolojik hem de ekonomik olarak gelişimi yönetim şekline bağlı coğrafik şartlara değil. İyi yönetilmeyen bir ülkede sorumluluk yöneticilere aittir o bölgenin coğrafyasına ait değildir. Fakat kötü yönetilmelerine rağmen bir toplum hala aynı yöneticilerde ısrar ediyorsa bu sorumluluk artık o topluma aittir. Yaşadıkları sefaleti kaderleri olduğu için değil tercih ettikleri için yaşıyorlar.
“Coğrafya kaderdir” sözüne farklı bir pencereden bakmak istedim. Aslında ben bir sözü okuduğum zaman ne anlattığıyla ilgilendikten sonra onun anlattığına bağlı kalmadan bende çağrışıma sebep olduğu fikirlerle ilgileniyorum çoğu zaman. Okuduklarımızla beslenirken onları yazıldıkları gibi kabul edip zihnimize hapsetmek yerine kendi düşüncelerimizle belki etkileşim sağlayarak yeni bakış açıları kazandırabiliriz.
Aslına bakılırsa şahsi fikrim bu coğrafyada olmamız ve müslüman olarak dünyaya gelmemiz bizler için büyük bir nimet
Farklı bir coğrafya ve din düşünülemez bir olgudur bizler için
Bu coğrafyada var olma ninetini veya şansını bizler ne kadar biliyoruz veya ne kadar tefekkür ediyoruz orası herkesin kendi benliğinde bir soru işareti?
👍🏻Elhamdulillah 👍🏻